Meydana gelen büyük deprem felaketi ve facia sonrası yaşadığımız acılı sürecin ardından, yılın çeyreğini bitirmek üzereyiz(Bu vesileyle tüm kayıplarımıza Allah’tan rahmet, geride kalanlara büyük bir sabır ve yaralananlara acil şifalar diliyorum). Şubat ayının ortalarına doğru çıkarmayı planladığımız bu çalışma da bu dönemde doğal olarak sürüncemede kaldı. “Yazılım Dünyasında Trendler” serisinin 4. sayısı olan 2023 versiyonu ile ancak karşınızdayız. (2020, 2021, 2022)
Girişten anlaşılacağı üzere aşağıda yer alan yazıların hemen hepsi Aralık-Ocak döneminde tamamlandı. Malum yazılım sektörü için 2–3 ay uzun bir süre. Bu yüzden okurken bu gözle okumanızı öneririm.
Bu sayıda alanında uzman otuz kişinin görüşlerini okuyacaksınız. Geçen sene getirdiğim iki dönem kuralı sürüyor. Yani önceki iki sayıda da katkı sağlayan yazarlarımız bu sayıda yer almadı. Bunun yanında geçen sayıda bulunup bu sene müsait olamayan veya trendleri yeterince takip edemediğini düşünen yazarlarımız da bu sayıda yer almadı.
Bu sayıda altı kadın yazılımcı/uzman, yazar olarak yer aldı. Geçen senelere göre iyi bir sayı olsa da daha fazlası olmalı elbette. Geçen sene olumlu dönüşler aldığım çağrımı yineliyorum: önümüzdeki yıl görüşlerine başvurmam için tavsiye edebileceğiniz kadın yazılımcılar (kendiniz de olabilirsiniz) varsa bana iletirseniz memnun olurum.
Geçen senelerde olduğu gibi bu sene de içerikte çeşitliliği sağlamak için yazarlarımızdan sınırları oldukça geniş çizilmiş “serbest bir format” istedim. Kimi yazarlarımız tek bir uzmanlık alanında, kimileri dokundukları farklı alanlarda değerli görüşlerini paylaştı. Yine kimileri teknik konulara(dil, framework vs), kimileri daha soyut olan süreçlere, metodolojilere odaklandı. Velhasıl her biri kendi perspektifinden okurlara değer katacak öngörülerini, tavsiyelerini paylaştı.
Yine geçen senelerde olduğu gibi bu sene de yazılımla ilişkili farklı alanlarda uzmanların görüşünü aldım. Mesela Zeki Seskir’e kuantum bilgisayarları, Ayyüce Kızrak’a yapay zekâyı, Ahmet Usta’ya ve Turan Sert’e blokzinciri teknolojisini, Ziyahan Albeniz’e uygulama güvenliğini sordum. Bu alanlarda birikimi olan başka yazarlar da bu konularda görüşlerini paylaştı elbette. Bunlar haricinde yer vermek istediğim alanlar olsa da ya ilgili bir uzmana ulaşamadım ya da ulaştığım uzmanlar müsait olamadı.
Tahmin edileceği üzere ChatGPT oldukça öne çıkan bir başlık oldu. Onun haricinde Serverless yaklaşımı, uzaktan çalışmanın geleceği ve -maalesef- bilişim sektöründeki toplu işten çıkarmalar da öne çıkan diğer konular oldu.
Rapora geçmeden önce bizlerle değerli görüşlerini paylaşan tüm yazarlarımıza(Ahmet Usta, Altuğ Bilgin Altıntaş, Ayyüce Kızrak, Berk Ulsoy, Burak Selim Şenyurt, Cem Basaranoğlu, Deniz Öztürk, Egemen İmre, Emrah Şamdan, Emre Karaoğlu, Emre Mert, Emre Sevinç, Gizem Saruhan, Gökhan Gökalp, Gökmen Görgen, Görkem Çetin, Hadi Tok, Levent Arman Özak, Dr. Mehmet Hakan Satman, Mustafa Ilıkkan, Nesrin Aşan, Nihal Alıcı, Onur Dayıbaşı, Sedat Kapanoğlu, Selin Tunç, Serhat Can, Süleyman Fazıl Yeşil, Turan Sert, Zeki Seskir ve Ziyahan Albeniz), dokümanın PDF formatını hazırlayan Tarık Çayır’a ve özenle tüm metnin imla/noktalama kontrolünü yapan Atilla Alagöz ile Özgün Aydınsoy’a teşekkür ediyorum.
Co-Founder of ELYT.net
Belirli bir alandaki yeni eğilimleri, takvimlerdeki rakamlar ile gösterilen belirli bir dönemde gündeme getirmeyi seviyoruz. Diğer yandan bu eğilimler, sektörlerde yaşanan, değişim ve dönüşümler yaşayan sürekli bir döngünün parçaları. Yazılım sektörü de bunun çok dışında değil.
Yazılım sektöründe 2023 senesi için en büyük beklentiler Yapay Zekâ (Artificial Intelligence — AI) başlığında bekleniyor. Şüphesiz ki geçen sene genel erişime sunulan Midjourney ve ChatGPT gibi servislerin bunda payı büyük ancak yapay zekâ sihirli bir dokunuş ile ortaya çıkan yeni bir teknoloji değil. Beklentiler o kadar yükseldi ki AI sebebiyle yazılımcıların işsiz kalacağının kavgası veriliyor. Evet bu bir gün kaçınılmaz şekilde gerçekleşecek ama bu sene değil. Bu sene içinde yazılımcıların işini kolaylaştıracak AI araçlarının sayısının artmasını bekliyorum. Bu durum, yazılımcıların verimliliğini etkileyen bir faktör olacak. Teknoloji devlerinin on binlerce kişiyi işten çıkardığı (neyse ki yapay zekâ yüzünden değil) ve küresel durgunluk beklenen bir dönemde çalışanlar için verimlilik daha önemli hale geliyor. Çok farklı alanlarda AI kullanan yeni girişim ve şirketlerin ortaya çıkması ile bu sene Yapay Zekâ, sektördeki ana trendleri belirleyecek gibi görünüyor.
İnternet ve mobil cihazların etkisi ile, geride kalan 20 yıllık dönemde hızlı büyüme önemliydi. Hızlı ölçeklenmeler ile milyonlarca kullanıcıya erişmeyi hedefleyen girişimler ve servisler Mikro Servis mimarisine odaklanmışlardı. Yatırım tutarlarında milyonlarca dolar konuşuluyor ve Mikro Servis mimarisi ile yazılım geliştirmenin yüksek maliyeti büyük bir dert olarak görülmüyordu. İşler değişti, küresel gelişmeler artık tasarrufu gerektiriyor. Yeni girişimlerin ve işletmelerin, ellerindeki kaynakları daha verimli kullanması gerekiyor. Yüzlerce değilse bile onlarca sunucu üzerinde işletilen Mikro Servis mimarisi varlığını sürdürecek ancak daha düşük servis maliyetleri gerektiren Monolith mimarisi bu sene tekrar önem kazanan trendlerden birisi olacak.
Üstünde uzun uzun tartışmaya gerek yok. İşletmeler maliyetleri düşürmeye odaklandıkça yazılım sektörü çalışanlarının enflasyon karşısında gelirleri daralacak. Görünen köy kılavuz istemez. Bunun tek iyi çıktısı şu ki, risk alma iştahındaki sektör çalışanlarının teşebbüsü ile yeni girişimler doğabilir.
Maalesef, saçma bir konsept ile, büyük şirketlere kötü tasarlanmış 3D oyun satma işine dönüşen Metaverse kavramı, aslında pek çok yazılım sektörü çalışanı için bir fırsat yaratabilir. Unreal gibi oyun motorları ve hazır modeller ile, işletmelere sunulacak çeşitli projelerden kısa sürede güzel gelirler elde etmek mümkün görünüyor. Ancak bu trendin mevcut şekliyle uzun soluklu olması mümkün değil. Reklamlara değil gerçek iş modellerine odaklanan, tüm tarafları ile kârlı çıkabilir. Daha fazlası için şu yazımı okuyabilirsiniz: Metaverse Yalanı ve Gerçekler
Kodsuz Geliştirme (No-code Development), Öngörüye Dayalı Analitik (Predictive Analytics), Mobil Web Uygulamaları (Instant Mobile Applications) gibi kavramların da göz ardı edilmemesi gerekiyor. Tüm trendlerin içinde yapay zekâ kesinlikle kendine yer bulmaya devam edecek. Bakalım nelerde yanıldık, neleri doğru öngördük? Hep birlikte yıl boyunca izleyeceğiz.
Agility Lead
Java dünyası için 2023 tahminlerim
1 — Geçen sene belirttiğim için “Bulut Faturası Odaklı” kod geliştirmenin yine bu sene de ön planda olmasını bekliyorum.
2– ChatGPT, GitHub Copilot gibi yapay zekâ araçlarının geliştiricilerin elini her zamankinden daha fazla güçlendireceğini tahmin ediyorum. Örneğin, ChatGPT ile mevcut koda bir test yazdırmak, bir javadoc belgesi yazdırmak veya mevcut eski kodun bir açıklamasına sahip olmak mümkündür. Hatta yapay zekâ desteği ile mevcut koddaki potansiyel hataların varlığını bulmak bile mümkün. Yapay zekânın insanların yerini alacağını düşünmüyorum ama yapay zekâyı kullananların kullanmayanlardan daha akıllı olacağına kesin gözüyle bakıyorum.
3 — Bu yıl Spring 3 ve Java 17'nin kombinasyonunu kullanan daha çok organizasyon göreceğimizi tahmin ediyorum. Bunun başlıca motivasyon sebebi Spring 3 içerisinde gelen native kabiliyeti. Cloud Native yaklaşıma göre bir uygulamanın hızlıca açılması ve temiz bir şekilde tüm kaynakları geri teslim ederek kapanması son derece önemlidir. Spring tabanlı uygulamaların görece yavaş başlatılmasına sebep olan bu engelin ortadan kalkması, bir çok organizasyonun dikkatini çekecektir.
4 — Geçen yıl Graal VM’nin kullanımının artacağını yazmıştım. Bu öngörüm bu sene de geçerli. Ayrıca bu sene Java uygulamalarının geleneksel JIT yaklaşımıyla bile daha da hızlı açılmasını sağlayacak olan Crac projesinin dikkat çekeceğini tahmin ediyorum. Bu konuda Azul firmasının çalışmalarının yakinen takip edilmesini tavsiye ederim : https://www.azul.com/blog/superfast-application-startup-java-on-crac/
5 — Quarkus’un popülaritesi geçen yıl zaten patlamıştı. Bu sene de Quarkus projesinin popülaritesinin daha da artarak devam edeceğini öngörüyorum. Özellikle Quarkus’un Jakarta EE MicroProfile extensionları ile elde edecekleri hızlı başlama, düşük bellek kullanımı ve performans gibi özellikler kullanıcılara muazzam avantajlar sağlayabilir. Quarkus dışında Micronaut ve Helidon projelerinin de 2023 yılında daha fazla dikkat çekenler arasına gireceğini düşünüyorum.
Artificial Intelligence Specialist
Bundan 10 yıl önce hevesler ve heyecanların yükseldiği yapay zekâ (YZ) meselelerinde geçtiğimiz yıla dönüp bakınca, “yok artık” dedirten önemli kilometre taşlarını görüyoruz. YZ’nin hayatın bir parçası olarak kabul görmesi, herkes tarafından erişilebilir hale gelmesi, YZ şirketlerine yatırım yapanların gelirlerindeki makasın açılması, 10 yıl önceki heyecanın sürmesine sebep oluyor. Ancak heyecanlar ve hevesleri birbirine karıştırmadan YZ trendlerine 2 yıl önce olduğu gibi gelin yine birlikte göz atalım.
YZ ile sentetik üretim hem görüntü hem de doğal dil tarafında yıla damgasını vurdu demek hiç yanlış olmaz. Eş dost, akrabalar ve hayatında YZ ile hiç ilgilenmemiş kişilerin bile ilgisini çekmeyi başardı. Ama bence asıl başarı ilgileri toplamak değil, herkesin kullanabilmesiydi. Erişilebilir ve kullanım kolaylığı ile büyük bir kitle en azından bir kez ses getiren YZ uygulamalarını denedi.
Tabii ki Stable Diffusion, Midjourney ve DALL-E’den bahsediyorum. Bu uygulamalarla sanat tasarım yarışmaları kazanıldı. Metin yazılarak üretilen görseller son yıllarda popüler olan kripto varlık ekosisteminde NFT ile OpenSea tarafında değerlendirildi elbette. Oyun ve karakter tasarımları, mimari çizimler de bu YZ uygulamaları ile denendi ve bazıları ticarileşti. Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi? Fikrî mülkiyet, telif… Araya hukuki ve etik tartışmalar girdi.
Hayal ediyoruz… Bunu yazılı olarak tarif ediyoruz, betimliyoruz. Ne kadar “iyi” betimleyebilirsek o kadar hayalimize yakın belki daha başarılı üretimler yapıyoruz. “İyi” diyorum. Çünkü çok detaylı veya az detaylı her zaman “iyi” sonucu vermiyor. Bu sefer biz betimlemelerimizi çıkan sonuçlara göre güncelliyoruz. Ne oluyor? İnsan-Makine arasında bir diyaloğa şahit oluyoruz. Bu sadece görsel üretimi tarafında yaşanmadı. Önce OpenAI GPT3 sonra ChatGPT yayınlandı. Yine kullanımı çok basit olması sebebiyle 90’lı yılların ikinci yarısına damgasını vurdu vuralı hiç bir zaman yarışılmayan Google Arama Motoru’nun yerine aday gösterildi. Üstelik daha fazlasını yapabiliyor… Soruları yanıtlamak, sohbet etmek, literatür taramak, kod yazmak, veri tabloları oluşturmak, makale yazmak gibi sayısız beceriye sahip bir Üretici Doğal Dil İşleme çalışmasından bahsediyoruz. Ödevler mi yaptırılmadı, haberler mi yazdırılmadı, neler neler… Tabii yine dezenformasyon başlıklı etik tartışmalar peşinden geldi ve kullanımının yasaklandığı yerler oldu.
Sonuç olarak üretici ve transformers modellere ilişkin sosyo-teknik araştırmalar, teknoloji geliştirme, uygulama, ticarileşme ve adaptasyon süreçleri bu yıl yükselmeye devam edecek. Bakın, zaten bozacının şahidi şıracı! :)
Aslına bakılırsa insanlığın başına gelen şey büyük bir paradigma değişimidir. Özellikle bundan yıllar önceki YZ’ye karşı direnç yerini şirketlerin, kurumların ve ülkelerin politika, strateji ve ekonomilerini; bu teknolojilerin yeteneklerini değerlendirerek, adapte ederek ve teknolojilerin geliştirilmesine yönelik yatırımlar yaparak değiştiriyor.
Bu çok ses getiren trendlerin yanı sıra biraz daha az ses getirenler de var. Bunlar çoğunlukla sağlık alanında öbekleniyor. Örneğin DeepMind tarafından geliştirilen ve ilaç keşfinde önemli bir adım olarak değerlendirilen AlphaFord, 220 milyon proteini üç boyutlu şekilde modelleme ve tahminleme yeteneğine sahip bir uygulamadır.
Gelelim YZ’nin can suyu ve aynı zamanda kanayan yarası: VERİ… Bundan 10 yıl öncesindeki algının artık değişmesi gerek. Çok veri bazen hiç veri! Verinin var olması yeterli değil. Kaliteli olması, mahremiyetinin sağlanmış olması, yanlı olmaması, alan uzmanlarınca değerlendirilmiş olması ve etik değer ve ilkeleri gözeterek hazırlanmış olması ge-re-ki-yor! Bu yıl ve önümüzdeki yıl da devam edecek disiplinler arası veri entegrasyonu. Birlikte çalışabilirlik zemininde iyi örneklerin paylaşılarak ve verilerin standardize edilerek çalışıldığı esnek ortamları daha çok göreceğiz.
Açıklanabilirlik ve şeffaflık konuları giderek daha önemli olmaya başladı. Bu yöndeki çalışmalar trend olmaya devam edecektir. YZ uygulamaları insan hayatına yerleştikçe, toplumsal ve çevresel etkisi daha çok gündemde olacaktır.
YZ’nin insanların yerini alması başlıklı fısıltıların ve belki YZ karşıtı toplulukların oluşmaya ve genişlemeye başladığı günümüzde biraz daha ayakları yere basan, belirsizlikler içinde riskleri öngörebilen, sağduyulu ve iyinin artmasına yönelik tartışmaların yapılması temennisiyle toparlamak istiyorum. Umarım 2023 yılında YZ, pazarlama aracı olmaktan ziyade veri odaklı ilişkili disiplinlere yapılan finansal ve insan kaynağı yatırımlarıyla karşımıza çıkar. Öte yandan, herkesin kendi verisi ve veri odaklı teknolojiler konusunda farkındalık seviyesinin artmasına ve bunun okuryazarlığa doğru ilerlemesine ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.
2022 yılı YZ’nin demokratikleşmesine ve herkesin uygulamaları deneyimlemesine yol açtı. 2023'te bu uygulamaların iş dünyasına etik ilkeler ile ölçekleneceği, YZ’nin risk yönetiminin benimseneceği gelişmeler göreceğiz.
Lean/Agile Transformation
“2022’den belli oldu.” diye mi başlasam, “…Gidişini aratmaz umarız.” mı desem, bilemedim. Muhtemelen herkese artık duymaktan/okumaktan gına getirmiş fırtına ortamı şüphesiz yazılım dünyasını da etkiliyor. 2022’nin ortasına kadar süren hızlı ve hırslı işe alım döneminin hemen arkasından gelen ve özellikle henüz kârlılaşıp kendi ayakları üstünde durmaya geçememiş şirketleri varoluşsal krize sokan durum -sıcak finansmanın gitmesi- etkisini göstermeye devam ediyor.
Peki neden etkileniyoruz ?
Yazılım, çoğu durumda en uçtaki değer değil. Asıl değerin insanlara ulaşmasını sağlayan, kolaylaştıran bir ara katman. Dolayısıyla o zincirin ucundaki iş potansiyeli küçülür, beklentiler negatife dönerse, hiç de ucuz olmayan bir katman olan yazılım tarafının etkilenmemesi mümkün değil. Nihai olarak dünyanın bir yerinde yaşayan, muhtemelen yazılımın yaptığı katkıdan veya varlığından bile haberdar olmayan, o zincirin en sonundaki insanı en efektif şekilde mutlu tutmaya devam edebilenler en az hasarla atlatacak. Bu insan yeri gelir tek istediği nazlı yariyle iki kelam etmek isteyen bir insan olur, yeri gelir şirketinin başarısı için çalışan bir CEO olur.
Bu açıdan bakarsak, 2023’de yazılım sektörü için önemi biraz daha göz önüne gelecek şeylerin arasında kesinlikle CAPEX/OPEX optimizasyonuna yarayacak hamlelerin olduğunu söyleyebiliriz. Yani aynı uç değeri daha basitçe, daha ucuza, daha etkin hayata geçirmeye yol açacak değişimler kucaklanacaktır. Her ne kadar işin para kısmı özellikle böyle dönemlerde en çok dikkat çeken yer olsa da, Lean prensiplerini sözde değil organizasyonun tümünde yaşamın parçası haline getirmiş olanların, diğerlerine göre daha az hasarla atlatma şansına sahip olabileceklerini söyleyebiliriz. Krizden güçlenerek çıkmak kulağa klişe gibi gelse de, akılcı adımlarla bunu başaranlar var. Peki her şeyi doğru yapmak yeterli mi ? Her zaman değil. Bütün dünyada ticaret sicil kayıtları, her şeyi doğru yaptığı halde kapısına kilit vurmuş şirket doludur.
Peki bu optimizasyon çabasının ortasında neleri görebiliriz ?
Öncelikle, yapılması zorunlu olmayan deneysel yatırımlar, geri dönüşü yakın dönemde beklenmeyen veya net olmayan girişimler, arge çalışmaları sorgulanmaya daha açık olacaktır. Bu durum şüphesiz bir kısım SaaS şirketleri için müşterileri satın alım yapmaya ikna etmenin zorlaşacağı, yaptıkları katma değeri daha somut bir şekilde kanıtlamak durumunda kalacakları bir döneme işaret ediyor. Müşteri “Bu SaaS olmadan da işleri yürütebiliriz“ diyebiliyorsa durum daha riskli.
Cloud kaynaklarını daha maliyet dostu olacak şekilde kullanmak, kullanması zorunlu olmayan ve kaldırılmasının uç değere net negatif etkisi bariz olmayan üçüncü parti hizmetleri sorgulamaya başlamak, tüm değer zincirine bakıp nerelerde otomasyon yaparak ne kadar maliyet azaltılabileceğini araştırmak, yılın gözde aktivitelerinden olmaya aday. Bu tarz optimizasyonları kolaylaştıran, insanları gelecekteki değil bugünkü masraflarından bugün kurtarabilen, veya en azından masraflarını doğru görebilmeyi sağlayan yazılımlar ise yeşerecek alan bulabilirler.
Senelerdir ortada olmasına rağmen küçük denilebilecek bir kesimin radarına girebilmiş olan FINOPS pratiklerini daha fazla duymaya başlayabiliriz. FINOPS’un hayata geçirilmesi, hem şirket süreçlerinde hem otomasyonda ilerlemeler yapmayı zorunlu kılacaktır. Şirket wiki’sinde kalan FINOPS’un kimseye faydası yok.
Bütün büyük cloud hizmet sağlayıcılarının ve çözüm ortaklarının senelerdir çırpınarak anlattıkları governance konusu ve bunun otomasyonu herhalde artık biraz daha dikkat çekecektir. Ay sonunda gelen yürek hoplatıcı faturanın, ‘biz ne yaptık ki bunu ödeyeceğiz’ sorusunu ekip ekip gezerek en sonunda ‘haa X ekibi geçen ay bir deney yapmak için Y hizmetini büyük bir kapasite ile açmıştı, kapatılmamış, tüh neyse’ cümlesiyle sonuçlanması tahammül sınırlarını zorlayacaktır. Governance konusunu rayına koymak da, hem kurum süreçlerinin oturması hem de otomasyonu zorunlu kıldığından yine yazacak epey kodumuz var demektir.
Kullandığımız kaynakların ebatları doğru mu, mimarimizi değiştirerek bazı kaynakları daha efektif kullanabilir miyiz veya başka kaynaklarla değiştirebilir miyiz ? Kaynakları kullanış şeklimizi değiştirerek sağlayabileceğimiz bir fayda var mı ? Bir yıl, hatta bir kaç ay önceki şartlara göre verilmiş bir karar bugün geçerli olmayabilir. İçinde bulunduğumuz durum artık işimize yaramıyorsa diretmenin anlamı yok, zararı var.
Tabi cloud otomasyonu, finops, governance sadece işin bir kısmı ve herkese hitap etmiyor.
Robotic Process Automation ve low-code platformlar zaten pek çok endüstriyel alanda karşımıza çıkıyordu. Bu yıl bu konularda somut katkı sağlayanlar ve bunu kanıtlayabilenler için yeni fırsatlar çıkabilir.
Her yıl pek çok yerde güncelleme yapıyoruz fakat bu yıl, hâlâ geçiş yapmamış olanların Java 11’i nihayet arkada bırakmalarının gerekli olacağı yıl olacak. 5 yılın ardından 30 Eylül’de aktif destekten çıkarılıp sadece güvenlik desteği alacağı döneme geçen Java 11’e çoktan veda etmiş olmalıydık. Spring Boot 3’ün de Java 17 istiyor olması, yaz döneminde hummalı bir borç ödeme periyodu getirebilir.
Bütün bunlar yazılım dünyasını endüstri olarak meşgul edecek şeylerin bir kısmı. Peki yazılımcıları neler meşgul edecek ?
Ne yazık ki 2023 pek çok meslektaşımız için karanlık başladı. İnternete yansıyan kısmın yansımayana göre küçük olduğunu göz önüne alırsak, karşımıza çıkan haberlerden de daha çok insan ve ailenin etkilendiğini düşünebilirz.
Statüsü, bilgisi, tecrübesi ne olursa olsun herkesin başına gelebilen bu durumda neler önemli ?
Öncelikle, yaşadığımız ve iş kanunlarına bağlı olduğumuz ülkenin (Aynı ülke olmayabilir) kanunlarını eğer bilmiyorsak öğrenmenin tam zamanı. Kontratımızda neler yazıyor, haklarımız neler, bize yardımcı olmak için hangi kurumlar var bilmek gerekiyor. Özellikle geçici vize ile başka bir ülkede yaşayanlar için bu çok daha önemli. Eğer bunları okuyarak emin olamıyorsak, profesyonel yardım almaktan kaçınmamalı. Eğer bulunduğumuz ülkede veya şirkette sendika varsa soruları karşılamaktan memnun olacaklardır.
Senior Software Engineer
Geçtiğimiz sene de bir sonraki yıla ait bazı tahminlerde bulunmaya çalışmış, siber güvenlik, evren ötesi, uzaktan çalışma gereksinimleri, iç girişimcilik, Rust programlama dili ve Yapay Zekâ destekli mikro eğitim konularına atıfta bulunmuştum. Geçen süre zarfında yavaş yavaş pandemiyi terk ettiğimiz ama dünyaca yerine yeni dertler edindiğimiz bir dönemle de karşı karşıya kaldık. Üstelik insanlık olarak her yıl olduğu gibi bu yıl da savaşlara, iklim dengesinin bozulmasına, kuraklığa, çılgınca tüketmeye ve fakirleşmeye yatırım yaptık. Evrendeki yalnızlığımızın yüksek kalite görsellerini paylaşan James Webb teleskobu rağmen kibrimizin esiri olmaya devam ediyoruz. Ama dilerseniz bu distopik düşünceleri bir kenara koyalım ve gelecek tahminleriyle devam edelim.
Yıllar öncesinden yapılan enerji odaklı olumsuz tahminler sanıyorum ki beklenenden daha kısa sürede karşımıza çıktı. Hiç beklemediğimiz bir savaş ve bunun uzun sürmesi belki de Avrupa’nın yenilenebilir enerji kaynaklarına olan yaklaşımını değiştirip tekrardan fosil yakıtları öne çıkartmak zorunda kalacağı bir süreci tetiklemiş olabilir. Ortada bu tip parametreler olsa da otomotivden yaşam alanlarına, sanayiden kamu iştiraklerine kadar bir çok alanda iyileştirmeler söz konusu (Gerçi Our World in Data’nın 2021 verilerine göre yenilenebilir enerji kaynaklarına dâhil edilen unsurların kullanım oranı hâlâ daha istenen seviyelerde değil). Yaygınlaşmanın çok hızlı olması beklenemez tabii ama eskiden dergilerde okuduğumuz enerji alanına yönelik pek çok yenilik kullanılabilir ve daha kolay ulaşılabilir hâlde. Bugünlerde oturduğumuz evi tepeden tırnağa yenilenebilir enerji kaynakları ile ayakta tutmamız ve bu sayede çevre dostu bir konfor alanına sahip olmamız pekâlâ daha kolay görünüyor.
Esasında enerji tüketiminde öne çıkan oluşumları düşündüğümüzde çevremizi saran bir başka dünyadan da söz edebiliriz. Renewable Energy World’e göre bir evin ısıtılmasından soğutulmasına, kullanılan buzdolabından bilgisayara kadar enerji tüketen ve dolayısıyla yenilenebilir enerji ile beslenebilir birçok enstrüman söz konusu. Son yıllarda ortaya çıkan akıllı sayaçlar, güneşten enerji sağlayan çatı malzemeleri, yağmur suyunu kullanılabilir hale getiren sistemler gibi pek çok unsur geleceğimizi kurtarmak adına giderek yaygınlaşmakta. Her ne kadar bir evin enerji tüketiminin sadece %1.1’ini bilgisayarların oluşturduğu tahmin edilse de internet üzerinden bağlandığımız uygulamaların barındırıldığı veri merkezleri ciddi anlamda enerji katili olabilirler. Tech Target’ın bir haberine göre geleneksel veri merkezlerinde yıllık bazda toplam enerji tüketimleri azalmaktayken bulut tabanlı veri merkezlerinde bu oranlar katlanarak artmış durumda. Bunun en büyük sebeplerinden birisi de geleneksel veri merkezlerinden bulut tabanlı sistemlere olan göç.
Bulut tabanlı sistemlerde enerji ihtiyacı oldukça yüksek. Bu da güneş, rüzgâr gücü gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının söz konusu enerji ihtiyaçlarının karşılanması noktasında öne çıkması için bir sebep. Nitekim bazı problemleri olsa da örneğin güneş enerjisi kullanımı bir veri merkezinin kuruluş maliyetlerini iyiden iyiye düşürmekte. Ne var ki enerji ihtiyacı o kadar yüksek ki çok fazla sayıda güneş paneline ihtiyaç var. Bu, veri merkezinin kurulacağı yerin bile coğrafi olarak dikkatle seçilmesini gerektiriyor. Yine de avantajlar ön planda. 2025’e kadar veri merkezlerinin %13 kadarının enerjisini güneşten sağlayacağı öngörülmekte. Rüzgar gücü için de benzer bir durum söz konusu olabilir. Veri merkezlerinin ihtiyacı olan yüksek enerjinin sağlanması elbette çok sayıda rüzgar türbini ile mümkün ancak bunları veri merkezlerine yakın kurmak gibi bir durum her zaman söz konusu değil. Dolayısıyla veri merkezi ile rüzgar türbinleri arasında enerjinin taşınması gereken durumlar söz konusu olabilir. Nitekim rüzgar türbinleri de her istenen coğrafi bölgeye yerleştirilememekte.
Peki buradan nereye varabiliriz? Görünen o ki yazılımların sirayet etmediği alan neredeyse yok. Dünya dışında bile onun nimetlerinden yararlanıyor, gelecek planlarında mutlak surette ona yer veriyoruz. Yapay zekânın ve büyük verinin başı çektiği birçok alan sayısız uygulamayı ve fikri parmaklarımızın ucuna kadar getiriyor. On yıl öncesinde çalışacak ortamı bulamayan algoritmalar artık sahada kullanılabiliyor. Ancak tüm bu fikirler daha yüksek işlem gücü, daha fazla sistem kaynağı ve doğal olarak daha yüksek enerji ihtiyacı anlamına da gelmekte. Web Tribunal raporuna göre 2015’ten bu yana dünya üzerindeki veri merkezlerinin sayısı azalmış olsa da aynı rapor her yüz kişiye bir veri merkezi düştüğünü de belirtmekte. Bu parametreler enerji dostu uygulamaların geliştirilmesi ve yaşı geçmiş sistemlerin yenilenmesi adına yeni yatırımlar yapılmasını gerektiriyor bana kalırsa. Buna bağlı olarak da Sustainable Software Engineering başlığının ülkemizde daha çok öne çıkacağını/çıkması gerektiğini düşünmekteyim(Bu alanı merak edenler Microsoft’un şu blogunu takip edebilirler) Ayrı bir departman olarak açılmasa da özellikle Ar-Ge merkezlerinde şirketlerin kendi enerji sarfiyatını azaltacak yönde donanımsal ve yazılımsal kararlar almak üzere çalışmalar yapacağına inanıyorum.
Bir süredir devam eden ekonomik konjonktür, yazılım alanında çalışanların çok da mutlu olmayacağı bir ortamın oluşmasına neden olmuş olabilir. Her ne kadar Stackoverflow’un geçtiğimiz yılın ilk çeyreğinde açıkladığı anket sonuçları aksini söylese de en azından çevresel gözlemlerim ve kulağa gelen fısıltılar ülkemizde daha olumsuz bir durum yaşandığını hissettiriyor. Yine de anketteki bazı detayların farklı etkileri olabilir. Rapordaki tespitlere göre yazılımcıları mutlu eden üç ana faktör maaş, iş-yaşam dengesi ve verimlilik olarak öne çıkmakta. Ülkemizde yazılımcı maaşlarının alt ve üst değerleri arasındaki aralık gerçekten çok tuhaf. Bireysel anketlerden tutun sektörün kullandığı özel danışmanlık raporlarına kadar bu böyle. Bununla birlikte, yüksek yaşam kalitesi arzulayan yazılımcıların, hayat pahalılığının giderek artması sebebiyle diğer pek çok sektörde olduğu gibi yeni arayışlara girmesi son derece doğal. Eskiden iş-yaşam dengesinin tutarsızlığı veya yapılan işten tatmin olmamak yazılımcılar için iş değişikliğinin başlıca sebebi iken artık ücret beklentisi daha mühim bir mesele haline gelmiş durumda.
Uzaktan çalışma kültürünün yaygınlaşması, özellikle genç nüfusu giderek azalan ama teknolojide öncü olan ülkelerin yetenek ihtiyacının artması, batılı firmaların yazılım iş gücünü Orta Asya kıtasından Avrupa’ya doğru kaydırması, yeni neslin bazı karakteristik özellikleri ve de en önemlisi cesareti, değişiklik yapmayı kolaylaştırıyor. Ülkemizin yazılım yeteneği anlamında önemli bir potansiyeli ve gücü olduğu aşikâr. Bu parametreleri küresel ölçekteki startup ekosistemi ile bir arada düşünmeyi tercih ediyorum. Embroker’daki özet, startup girişlerinin son yıllarda daha fazla arttığını özetler nitelikte. Akla gelebilecek her sektörde daha yüksek başarım oranı ile yeni iş modellerini hayata geçirmek mümkün(Hatta KPMG Türkiye raporuna göre hem ekonomi hem de girişim sayıları katlanarak artmış durumda) Başarılı bir startup için pek çok kriter olmasına karşın kurumsalın üstüne yapışmış “hantallık” ibaresinin startup’larda geçerliliğini yitirmesi bana kalırsa önemli bir katalizör. Yeni nesil yazılımcılar hantal yapılarda sıkışmayı, zorunlu kalmadıkça, pek tercih etmiyor. Startup kültürünün bu cazibesi zaten uzun bir süredir kurumsal tarafı da bir şeyler yapmaya itmiş durumda. Kendi alanı ile doğrudan ilgili girişimleri satın alan veya bu girişimlere yatırım yapanlar haricinde, bazı büyük ölçekli kurumların gelecek hedeflerine ulaşmak için iç girişimcilik programları işlettiğini de görüyoruz.
Yukarıda bahsettiğim pek çok tespit, her yazılımcıyı cesaretlendiren bir ortama da zemin hazırlıyor. Bana kalırsa önümüzdeki dönemde kurumsal taraftan kopup bireysel girişimler için ter dökecek yazılımcı sayısında tahminlerin ötesinde bir artış olacak. Özellikle startup ekosistemine kaymaların artacağına inanıyorum. Elbette bu bir domino etkisine de sebebiyet verebilir. Özellikle kurumsal tarafın bir süredir kaybetmekten ve bulamamaktan yakındığı yetenekleri idame etme noktasında daha da fazla zorlanacağını düşünebiliriz. Bu, eski sistemleri modernize etmeye çalışanların yenilenme süreçlerinde aksamalar yaşayacağı ve yeni düşünce setlerini beklenenden daha uzun sürede devreye alacağı bir dönemin başlangıcı olabilir. Ayrıca bu kaymalar, işveren açısından ücret politikalarını sürekli revize etmeyi gerektirecek bir dönemi de başlatabilir ve sonuçta yine aranan yetenekler Kaf dağının arkasında kalabilir.
Gelmiş geçmiş en etkili dillerden birisidir C++. Google arama sonucuna göre 37 yıldır da hayatımızda. Ancak onlarca yıldır geliştiricilerin elinde işleri oldukça kolaylaştıran, ürünlerin geliştirilmesini hızlandıran platformlar ve yönetimli(.Net, Java vb.) ortamlar mevcut. Ayrıca C++ etkili olduğu kadar öğrenilmesi zaman alan, çok dikkatli programlama yapmayı gerektiren, gözden kaçabilecek bellek hataları ile hatırı sayılır bedeller ödeten bir araca da dönüşebilir. Elbette bu varsayımım C++’ın endüstriyel alandaki başarısını gölgeleyemez ve ona olan gereksinimi hiçe sayamaz. Yeni nesil bir insansız hava aracından uzay roketine, oyun motorlarından işletim sistemlerine kadar çok önemli alanlarda kullanılmaktadır. Ne var ki kod tabanının büyüdükçe çok fazla karmaşıklaşması, yeni iş modellerinin özellikle girişimcilik tutkunları ve hızlı sonuç almak isteyenler açısından daha yüksek seviyeli dillerle gerçekleştirilmesi ama en önemlisi C++ öğrenmek isteyenlerin sayısındaki azalma gelecek için farklı yatırımlar yapılmasını da zorunlu bırakmış görünüyor.
Son on yıl içerisinde öne çıkan ve pek çok C++ geliştiricisini kendisine hayran bırakan Rust programlama dili, aldığı tedbirler, geniş kaynak kütüphane seti, açık kaynak topluluk gücü ile dengeleri bir süre önce değiştirmeye başlamış ve C++ ile geliştirilmesi planlanan ürünlerde “acaba…” denmesine de neden olmuştu. Hatta ThougthWorks 2020 radarı onun yüksek performans bekleyen makine öğrenimi gibi alanlarda kullanılabileceği yönündeydi. Diğer yandan Google’ın C++’ın halefi olarak öne sürdüğü ve yine ThoughtWorks radarına göre kullanmak için henüz acele edilmemesi gereken Carbon dili ise C++ ekseninde kalanlara alternatif bir yol daha açacak gibi duruyor.
C++ tabanında geliştirilmiş ama yaşını almış sistemlerin modernizasyonu noktasında bu dillere yatkın olanların rahatça geçebileceği, yeni nesil yeteneklerin de dikkatini çeken Rust ve Carbon gibi alternatifler olması farklı kuşakların bir arada çalışmasına iyi bir zemin hazırlıyor. Buna bağlı olarak bu ciddi modernizasyon için çok farklı platformları öğrenmek, yeni iş modelleri geliştirmek yerine, daha hafif maliyetlerle ilerlemenin yolu da açılmış durumda. Dolayısıyla şirketlerin Rust ve Carbon özelinde rafa kaldırdıkları yenileme taslaklarını tekrar gün yüzüne çıkardığı bir dönem başlayabilir. Lakin savunma sanayisi, uzay teknolojileri gibi bazı alanlarda hâlâ endüstriyel standart ve ispatlar geçerliliğini korumaya devam edecektir. En azından bir süre daha (NASA’nın 2020–2021 arasında çekirdek uçuş sisteminde Rust dili ile bir POC çalışması yaptığını ve “acaba…” sorusuna cevap aramış olduğunu da belirtmek isterim)
Yakın zamanda önemli bir spor organizasyonu gerçekleştirildi. Her ne kadar basketbolu futbola tercih etsem de, seveniyle sevmeyeniyle herkesin kupa kaldırmasını arzu ettiği Messi ile Katar’da gerçekleştirilen ve pek çok ilke imza atılan koca bir Dünya Kupası izledik. Bu Dünya Kupası’nda da algoritma destekli unsurlar hakemlere birçok konuda yardımcı olmaya çalıştı. “Pozisyon ofsayt mıydı?”, “Top çizgiyi geçmiş miydi?” gibi sorulara hızla cevap verebilen ve hakemleri asiste eden algoritma sadece bununla yetinmedi. Stat ısıtıcılarının otomatik ayarlanmasından yüz tanıma teknolojisi ile kişisel hakları da gözeterek en eğlenceli fanların bulunmasına, izdiham oluşma riski tespitinden oyuncuların sensörlere yansıyan anlık ve geçmiş yıllara ait verilerini baz alarak istatistikler çıkarılmasına kadar birçok alanda algoritmaların işleyişini gördük.
Ancak sportif algoritmalar bunlarla da sınırlı değil. Örneğin İspanyol Getafe Spor Kulübü, sakatlıkları önceden tahmin etmek için AI destekli bir sistem kullanıyor ki bunun bir kulübün istikrarı ve oyuncu sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu belirtmeme gerek yok. Hakemlerin, oyuncu sayısının çokluğu ve karmaşıklığı nedeniyle zaman zaman karar vermesini epeyce güçleştiren Rugby oyunu için Toshiba firması makine öğrenimi odaklı bir sistem geliştirmiş. AI Time Journal’ın haberine göre basketbol, tenis ve beyzbol da sportif algoritmalardan fazlasıyla yararlanıyor.
Bu ürünler ve elde ettikleri başarılar sportif alanda yeni fikirlerin daha kolay hayata geçirileceği bir dönemin habercisi gibi. Bana kalırsa yazılımcıların üzerinde durması gereken bakir alanlardan birisi spor dünyası. Uzun süredir skor tahminleme, oyuncu performanslarını yorumlama, ilginç istatistikler sunma veya antrenman programı düzenleme gibi pek çok alanda yazılımlar zaten kullanılıyor. Ama artık yapay zekânın büyük veri üstünde koşarken sensör bazlı verileri de çok hızlı sürelerde işleyebildiği gelişmiş algoritmaları konuşuyoruz. Anlık bazdaki bu başarım oranlarının giderek iyileşmesi, oyunu tamamen değiştiriyor. Hatta önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’na bir sportif algoritma geliştirmenizi isteseler bu ne olurdu, bir düşünün derim. Kim bilir, Sportif Yazılım Geliştiricisi diye yeni bir meslek dalı bile duyarız. Evet abartı oldu biraz :) Sanıyorum ki yazıyı sonlandırmanın vakti gelmiş.
Kalın sağlıcakla…
Software Craftsman
Birçok işletme veya iş fikri varoluşun doğası gereği hayata monolit olarak başlar. Bu monolit yaklaşımın; zamanla artan müşteri taleplerini karşılamak ve işletmenin birçok farklı nedenden dolayı büyümesini sağlamak için mikro işletmelere ayrıştırılması gerekmektedir. Aslında sektörümüzün 1960'lı yıllardan bu yana geliştirdiği tüm çözümler; “bir özelliği ya da değeri daha hızlı teslim edebilmek ve daha iyi test edebilmek” probleminin etrafında şekillenmektedir. Bu sebepten, mikro hizmet kavramı da yalnızca teknik bir çözüm değil, aynı zamanda organizasyonel bir çözümdür ve tamamen bu mikro işletmelerin üretmesi gereken değere katkıda bulunmak için kullanılırlar.
Yıllar içinde işlerini teknolojinin yardımıyla müşterilerine sunan tüm şirketler mikro işletme konseptine uyum sağlamaya çalıştı. Ayrıca organizasyonel olarak otonom ekipler kurdular ve organizasyon şemalarını tamamen bu mikro işletmeler üzerine kurdular. Geleneksel organizasyonel şemalar yerini daha yassı organizasyonel şemalara bıraktı. Bu sayede zaman içerisinde otonom ürün ekipleri oluşturdular ve kısa bir süre sonra mikro işletmeler kendi başlarına değer üretebilir hale geldiler. İşletmeler sürekli büyüme karşısında aynı hızla değer üretmeye devam edebilmek ve bu olgunun olumsuz etkilerini en aza indirgemek için bu yöntemi kullanmayı tercih etmişlerdir. Ayrıca bu yöntem Eric Trist, Ken Bamforth ve Fred Emery tarafından oluşturulan ‘Sociotechnical System’ teorisi kaynak alınarak geliştirildiği ve sosyal ile teknik kavramları iç içe barındırdığı için işletmenin daha verimli bir biçimde yönetilmesini de sağlıyordu. Temelde böl ve yönet ilkesine dayanan bu yaklaşım –doğru kullanıldığı takdirde– oldukça kesin sonuçlar verdi.
“In God we trust; all others bring data”
İşletmelerin gerçekten de neredeyse tüm iş kararlarını verilere dayalı olarak almaları gerektiğine karar verdiklerinde bu yaklaşımda uyarlanabilirlik problemleri ortaya çıktı. Veriye dayalı karar verme (DDDM), endüstrinin yeni keşfettiği bir olgu değildir. Aslında, bu fenomen uzun yıllardır hayatımızda var. Ama bilinmesi gereken en önemli şey; Veri, gitmeniz gereken karanlık bir yolda size eninde sonunda yardımcı olacak nihai ışıktır. Zaman içinde işletmeler, büyümeyi daha iyi takip etmek ve veriye dayalı kararlar almak için veri ekipleri oluşturmaya başladı. Bu ekiplerin kurulmasındaki bir diğer önemli neden; işletmeler karar alırken oluşturacakları değerin verimliliğini arttırmak için kişisel görüşlerden, içgüdülerden ve diğer tüm soyut şeylerden ziyade veri ile daha tutarlı sonuçlar elde edebildiklerini farketmişlerdi. Veriyi gerçekten değer üretmek için kullanmaya başladıklarında; verinin yönetimi, korunması, sunulması ve taleplerin doğru bir biçimde değerlendirilmesi gibi bir çok konunun sorumluluğunun da üstlenilmesi gerekliliği gerçeği ortaya çıktı. Tüm bu sorumluluklar sebebi ile veri takımları kurdular ve bu iş modeli de faydasını ispat edene kadar hayatına –diğer tüm iş modellerinde olduğu gibi– monolit olarak başladı.
“Single point of failure is not just a technical term, you can also experience this resiliency problem organizationally.”
Veri ekipleri, mevcut işin daha da hızlı büyümesi için ellerinden gelenin en iyisini yaparak paydaşlardan gelen tüm taleplere cevap vermeye çalıştı. Sonuç olarak, bu sorun etrafında birçok araç, kavram, disiplin ve metodoloji gelişmiş oldu ve sektör kendi içinde niş bir pazarı beslemeye başladı. İşletmeler, ürün ekipleri için uyguladıkları otonom veya dikey mikro işletme kavramını ve uygulamalarını veri ekiplerine uygulamadılar. Bu, dikey olarak değer yaratmaya odaklanan ürün ekiplerinin aksine, veri ekiplerinin yatay olarak değer üretmeye çalışmasına neden oldu. Yatay ölçeklenemeyen bu ekipler zamanla değer yaratmakta sorun yaşamaya başladılar. Bu noktada birçok farklı nedenden dolayı oluşan organizasyonel bilişsel yükü azaltmak ve ürün ekiplerinin analitik verilere erişimini sağlayarak ürettikleri değere daha hızlı katkıda bulunabilmek için “data mesh” konsepti ortaya atıldı.
Data mesh konsepti ile mikro işletmeler değer yaratmak için kullandıkları operasyonel verileri istedikleri formatlarda herhangi ek bir iş yüküne gerek duymaksızın bir mesh platformu ile birlikte analitik ortamlara aktarabileceklerdi. Bu sayede mikro işletmeler, değer yaratmak için birbirleriyle uyumlu hale geldikleri gibi, analitik ortamlarında diğer mikro işletmelerle etkileşim kurarak daha hızlı, kolay, sağlam ve etkin bir şekilde değer yaratabileceklerdir. Mesh platformu yalnızca belirli disiplinlere uyum sağlayarak bu değer akışı işlevselliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu yöntem; hem kurumsal bir bilişsel yükü azaltmanıza yardımcı olur hem de mikro işletmelerinizin veriye dayalı karar almaya adaptasyonunu hızlandırır.
Bu noktada veri ekiplerine ne olacak sorusu akıllara gelebilir. Gerçekten yapmaları gereken; verilerle bir organizasyonu verimli bir şekilde yönetebilme olgusunun tüm gerçek sorumluluklarını fiilen üstleneceklerdir.
Front-End Developer
Yapay zekâ teknolojisi birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da hızlı ilerlemeler gösteriyor. Bu sistemler sayesinde, geleneksel yöntemlerdeki bireysel öğrenmeye yetişemediğimiz konularda olan kısıtlılığımız ortadan kalkıyor. Örneğin, bir öğrenenin pekiştiremediği konuları tekrar etme olanağı sağlanırken daha hızlı öğrenenlerin ilerlemesini yavaşlatmayacak öğrenme ortamları tasarlanabiliyor.
Konuya adaptif öğrenme üzerinden yaklaşalım. Pek çoğumuz, adaptif öğrenme sistemine bir şekilde dahil olup öğrenme eylemini gerçekleştirse de, bu kavrama yabancı olabilir. Adaptif öğrenme, öğrenenin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde hazırbulunuşluğu ve öğrenme hızı gibi faktörleri göz önünde bulundurarak öğrenmeyi planlayan bir sistemdir. Hâli hazırda adaptif öğrenme sistemleri yazılımlarla gerçekleştiriliyor. Makine öğrenmesi ile geliştirilen sistemler, öğrenenin takıldığı konularda tekrar edebileceği farklı çözümler göstererek konuyu pekiştirmesine yardımcı oluyor. Kaldığı seviyede zorlandığı zaman ise daha kolay içeriğe geri dönerek konuyu temelden öğretme yaklaşımı sunuyor. Bugün bunları zaten yapabildik. Peki yarın, uzaktan eğitim sistemlerinde öğretmenimiz bir yapay zekâ olsaydı nasıl olurdu?
Yapay zekâların iletişim kurduğunu artık gözlemleyebiliyoruz. Bazı YouTube kanallarında yapay zekâlar eğitim vermeye başladı bile. Örneğin, Aytunga YouTube kanalında bu tür örnek içeriklere rastlayabilirsiniz. Bir dersin eğitmeni olabilecek seviyede veri öğrenebilmesi için yapay zekâyı eğitmek gerekiyor. Bu özverili çalışma sonucunda uzaktan öğrenme ortamlarının daha verimli bir hâle gelmiş olacağını düşünüyorum.
Uzaktan eğitimde, en önemli konu öğrenme materyallerinin tasarlanmasıdır. Bu materyallerden, bir eğitmenin kamera karşısında sınıf ortamında olduğu gibi eğitim vermesini ele alalım. Video çekimi gerçekleştirilmeden iyi planlanmış bir programla öğrenenin karşısına geçilmesi ile birlikte bunun yanı sıra, videonun çekim kalitesinin iyi, ortamın gürültüsüz olması da gerekmektedir. Bu maddeleri hiç düşünmeden bir zorunluluk olarak sayabiliriz değil mi? Peki Türkiye’nin köklü bir üniversitesinin uzaktan eğitim programlarından birinde ders videosuna arkaplan müziği eklendiğini gördüğümü söylesem ne düşünürdünüz? Dikkatinizin dağılacağını ve derste anlatılanlara adapte olamayacağınızı düşünmez miydiniz? Doğru. Bu kimin fikriydi bilemeyiz ancak bir öğretim ortamında arkaplanda müzik çalmasını istemek eğitim dünyasının en garip isteği olmuş bence.
Üzerinde konuştuğumuz bu faktörlerin yanı sıra eğitmenin diksiyonu, kendini zorunda hissederek kamera karşısına geçmiş olduğu hissiyatını vermesi, anlatım becerileri gibi diğer problemlerin de etkilediği uzaktan eğitim videolarının bir yapay zekâ ile oluşturulması eğitim dünyasına yeni bir boyut kazandıracaktır. Ne zaman geleneksel yöntemleri tamamen kenara atarız bilmiyorum ancak eminim ki, karma yöntem bir süre bizim verimimizi mutlaka artıracak.
Eğitim dünyası olarak, bu konuda yapılacak bilimsel çalışmaları destekleyeceğimiz bir yıl olmasını dilerim.
Sevgiler,
Deniz Öztürk.